Fakir Ama Zengin Ülke: Kamboçya

Uzak Doğu’nun hatta dünyanın en fakir ülkelerinden biri Kamboçya. Eğer 10.000 dolar verirseniz bir de üzerine halka dağıtılmak üzere bir ton pirinç alırsanız Kamboçya kralıyla akşam yemeği yiyebiliyorsunuz. Vietnam’dan Kamboçya’ya Siem Riep’e vardığımızda (Vietnam’ın başkenti Hanoi’den Siem Riep’e uçak yolculuğu yaklaşık 1,5 saat sürüyor) farklı topraklara ayak bastığınızı hemen anladım. Koyu tenli insanlarıyla kendinizi Meksika’da gibi hissediyorsunuz. Yazıları Khmerce ise sanki bir kil tabletin üzerinde yazılmış çivi yazısını andırıyor.

Otele giderken Kamboçyalı rehberimiz çok önemli bir günde geldiğimizi söyledi. Nisan ve Kasım aylarında su festivali varmış, yağmur mevsiminin bitmesi kutlanıyor,  nehirlerde incecik ve upuzun kanolarda insanlar gösteri yapıyormuş. Şimdilik bu kısmın büyük beklentiler yarattığını ve  sonrasının da bir o kadar büyük hayal kırıklığı olarak kaldığını belirteyim.

Kamboçya bu kadar fakirken neden bu kadar turist çekiyor diye sorabilirsiniz.  Çünkü dünyanın en büyük hazinesine sahip Angkor Wat. Daha sokak lambaları ancak kendini aydınlatacak kadar yanarken oteller oldukça lüks. Kamboçya’nın eskisine nazaran kazandığı ekonomik ivme buradan kaynaklanıyor.

Otele varında ilk iş etrafı keşfetmek için dışarı çıkmak oldu. Festivalde tüm halk dışarıdaydı. Yerlerde sergilenen yiyecekler, kuş dahil bir sürü hayvanın bir şiş üzerinde döndüğü sahneler gözümden gitmiyor. Üzerine yüksek müzik, ve yerlerdeki pislik eklenince ben nereye geldim dediğimi hatırlıyorum. Bu arada tam bir turist cenneti haline yerde çok fazla hediyelik eşya bulabilirsiniz. Burada Vietnam’daki alışveriş tarzı geçerli fiyatın 3 te biri için şansınızı deneyin. İtalyan mutfağından yunan mutfağına türlü türlü lezzetleri de bulabileceğiniz turistik restoranların olması oldukça ilginç bir kombinasyon yaratıyor. Ama tabii aklım gelme amacım Angkor Wat olunca bunlar anlamsız kaldı.

Angkor Wat Rüyası

Rüya diyorum gerçekten tam bir rüya gündü. Angkor Wat’ın keşfi. Angkor Wat bir zamanlar Khmer İmparatorluğunun  başkenti olmuş. Göreceğim dini kompleks dünyanın en büyük yapısı ve Unesco dünya miras listesinde bulunuyordu. 13.yy’da bir hindu tapınak kompleksiyken 14. yy’da budist tapınağına çevrildiğinden çok kültürlü yapısı zaten insanı büyülüyor. Ziyaretçileri de bu yönde değişiyor. Tanrı Vişnu’ya eğilen Hindular ile budist rahipleri arasından ilerleyerek deneyimleniyorsunuz Angkor Wat’ı. Buray-sı aynı zamanda da Budist rahiplerin hac yerlerinden de birisi. Khmer İmparatorluğu başkentini taşıyınca burası da terkediliyor ve ormanların  sarmaladığı doğanın her bileşeninin bu yapıya dolandığını görebiliyorsunuz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaybolmamak için hangi kapıdan girip çıktığınıza iyi bakmak gerekiyor, o kadar büyük ki tuk tuklar la da gidip tüm gün tapınaklarda kaybolabilirsiniz. Tapınak dünyanın bir kozmik modeli olarak tasarlanmış. Evrenin merkezi Meru Dağ’ının zirvesini simgeleyen bir noktaya doğru katman katman yükseliyor. Ana tapınağı çevreleyen 5 km’lik suyla dolu hendek var burası da okyanusları simgeliyor.


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İnanılmaz bir günün ardından, ertesi gün acaba yine mi gitsem acaba diye aklımdan geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Tam olarak bir rüyanın içindeydim ve tekrar yaşamak istedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

A

 

Ama yine de Kamboçya’nın çok da çekici olmayan Siem Riep’ini de şöyle bir keşfetmek istedim. Gördüğümden fazlası olabilirdi. İyi ki de yapmışım. Kendisini Jerry olarak çağırabileceğimizi söyleyen  Kamboçyalı zeki ve pratik bir tuk tuk sürücüsüyle  Kamboçya’nın yerel pazarına gittim. Evet çok ama çok kötü kokuyordu. Etler yerlerde fakirliğin boyutlarını ele veren bu pazara  girme çıkma hızımı anlatamam.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Jerry bizi bir yerel budist tapınağına götürdü. Sanki bir filmin içindeymişim gibi hissettim. Budist rahipler öğlen uykusundaydılar, çift katlı Yahudi kortejlerini andıran yerde duvarlar çatlamış sararmış ve pisti. Sessizliğin ortasında bu hayayı deneyimlemek, budist rahiplerin kurusun diye astıkları turuncu giysilerin rüzgarla sallanmalarının yanından geçerek açık bir budist rahip odasına gizlice bakmak için yaklaştığımı itiraf etmeliyim. Budist rahiplerle resim çektirdiğinizde hatırlattıkları ilk şey bana dokunma oluyor. Öyle tatlı ve naif söylüyorlar ki.

Sessizlik için de budist tapınağın içine girdim. Baş rahip ile konuştuk. Daha içeri girebileceğimizi söyledi.  Solda budist rahiplerin oturduğu ve sanırım dini ayinlerini gerçekleştirdiği bir yer vardı. Yerler hiç ama hiç temiz değildi, ayağınız bazen yere yapışıyor çekerken zorlanıyordunuz. Mutfak ise düzenli ama oldukça pisti. Aydınlanmanın yolunda ilerleyen budistlerin bu mekanda ne işleri vardı?

Bu düşüncelere dalmışken Jerry daha gidilecek yerimiz var diyordu. Kendimi bu sessizlikten ve karmaşık düşencelerden alıp tuk tuka bindiğimi hatırlıyorum. Tam dönerken çan sesleri ve köpeklerin aynı andaki uğultusunu duydum. Jerry ‘Lunch time- öğle yemeği vakti- diye bağırıyordu. Hemen Jerry’den  geri dönmesini istedim. Bu seremoniyi kaçıramazdım. Budist rahipler uyudukları odadan çıkıp güneş banyosu yapıyorlardı resmen. Jerry budist rahiplerin sabah ve öğle olmak üzere iki öğün yediklerini belirtti.


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu ana tanıklık etmek için kendimi budist tapınağa zor attım. Gelen rahipler başrahip önünde  eğildikten sonra yemek yemeğe geçiyorlardı. Baş rahibin bizi de yemeğe davet etmesi ilginçti. Kibarca hayır diyerek oradan ayrıldım. Yaşadığım enstantaneler hala gözlerimin önünden gitmiyor.

Sonra lotus çiçek pazarına gittik, Pazar dediğime bakmayın 10 kadar çiçekçinin yan yana dizildiği bir yer. Bataklıklarda ve kirli gözüken sularda yetişen bu muazzam güzellikteki çiçeklere hayran kaldım. Kokusu yok ama renkleri kendisine hayran bırakıyor. Sanki ustalıkla katlanmış saten bir kumaş gibi duruyor. Seyahatim boyunca bu çiçekleri yanımdan ayırmadım sularını eksik etmeden yaşatmaya çalıştım. Bu güzellikleri görebileceğimden daha fazla süre görmek istedim. Hala aklımda…

 

 

Kamboçya’nın fakirliği ve insanlarının bu düzene alışık yüzleri o kadar barizdi ki. Ama Kamboçya bu görüntüsünün ardına gizli bir dünya sığdırmıştı. Ve son durağımız onun sırlarından birini daha açığa veriyordu: Tonle Sap Gölü.

Tonle Sap Gölü

Tonle Sap gölüne yola çıkarken, lotusların arasından geçtik, uçsuz bucaksız pirinç tarlalarından geçerken yolculuğumun bu görüntülerler oldukça keyifli geçtiğini söylemeliyim. Tonle Sap, büyük göl anlamına geliyor. Yaklaşık 3 milyon insanın geçim kaynağı. Halk balıkçılık yapıyor ve balık çeşitliğinden dolayı buraya Besleyici Ana da diyorlar. Yine bu göl Unesco tarafından korunma listesine alınmışlardan.

 

 

 

Bu göl üzerine kurulmuş bir köye gittik. 10.000 kilometrekare üzerinde duruyor köy evleri. Sulara göre şekilleniyor evlerin yerleri, sular çekildikçe her şey ileri taşınıyor. Suyun peşinden giden evlerde balıkçılıkla geçinen köylüler yaşıyor. Sular çekilince de yaşamda kalabilmek için çiftçilik yapıyorlar. Timsahların kol gezdiği nehirde tekneyle yaptığımız gezintide köylülerin yaşamlarının içinden geçtik. Yüzer konteynırlarda okumaya çalışan çocukları gördük okul dedikleri yerde, sonra bir köpek miskin miskin uyuyordu bir yüzen evde. Yaklaşık 3- 4 metrekaredeki yaşamlarda hamak bile vardı. Kocaman bir ailenin o metrekare yaşaması bireysel yaşamının sınırlarına hassas olan bizler için korkunç gözükürken bu insanlar garip bir sessizlik içinde birlikte yaşıyorlardı. Yaşamda kalabilmek için hem doğayla savaşıyor hem de  fakirlikle ağır bir testten geçiyorlardı. Burayı gördükten sonra kendi kendime mırıldandığım cümle şuydu: Dünya adil değil!

Kamboçya’nın tınısı oldukça farklıydı. Biz ülkeleri şöyle böyle diye yaftalasak da oraya gidilmez burayı görmeye gerek yok dediğimiz her düşüncenin içinin bomboş olduğunu anladım. Her ülke insanı başka bir zenginlik her yer yeni bir deneyim alanı sunuyordu. Gözler iyi ki görüyor, kulaklar yeni sesleri iyi ki duyuyor. Pis dediğim kokuları bile iyi ki duydum.. Angkor Wat için gidilen Kamboçya size fazlasını sunacak emin olabilirsiniz…

 

Share Post
İlk Yorum Yazan Siz Olun..

Benzer Yorumlar